KÜRESELLEŞMENİN MÜSLÜMAN TOPLUMLARA ETKİLERİ

(SOĞUK SAVAŞ SONRASI)

 

Vali Khaitov  (Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası Politik Ekonomi Bölümü Doktora Öğrencisi)

 

Özet

Ekonomik, politik ve sosyo-kültürel yönleriyle tüm dünyayı etkisi altına alan, tüm toplumları karşılıklı etkileşime sokan ve kendi uygulamalarını zorunlu bir evrensel yasa gibi dayattıran küreselleşme, günümüzde her toplumu hatta her bireyi yakından ilgilendiren bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında sanayi devrimi sonrası belirgin olarak ortaya çıkmaya başlamış iletişim ve haberleşme teknolojilerinin gelişmesi üzerine insan ilişkilerini en çok etkileyen bir fenomen haline gelmiştir. Küreselleşmede meydana gelen her yeni dalga ekonomik büyümeyle güçlenmiş, çıkan ekonomik krizlerle zayıflamıştır. Kürselleşme kapitalist düzene hizmet ettiği gerekçesiyle Doğu Blok tarafından eleştirilmişken, Batı Blok ise soğuk savaşın sona ermesiyle kazanan taraf olarak süreci kendi çıkarları gereği bir araç olarak kullanmanın peşinden gitmiştir. Soğuk savaş sonrası yaşanan belirsizliklerin yerini, karşılıklı bağımlılığa dayalı çok kutupluluk ve insan toplulukları arasında “değer devrimi” yaratan siyasi bir sınırlama, almaya başlamıştır. Modern dünyayı şekillendiren olgularla ve ideolojilerle iç-içe olan bu sürecin her toplumdan bağımsız ortaya çıkmadığını dikkate aldığımızda İslam Dünyasına olana olumlu ve olumsuz etkileri söz konusudur. Çalışmamızda, küreselleşmenin tarihsel gelişimini, buna etki eden olayları ve unsurları, sürecin İslam Dünyasına sağladığı avantaj ve dezavantajlarını ele aldık.

Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Kültürel Etkileşim, Batı, İslam Dünyası.

 

THE EFFECTS OF GLOBALIZATION ON MUSLIM SOCIETIES

(AFTER THE COLD WAR)

 Abstract

 Globalization, which affects the whole world with its economic, political and socio-cultural aspects, puts all societies in mutual interaction and imposes its own practices as a compulsory universal law, is a process that is closely related to every society and even every individual. In fact, after the industrial revolution, it has become the phenomenon that affects human relations most, with the development of communication and communication technologies. Every new wave in globalization has been strengthened by economic growth, and has been weakened by the economic crises.While globalization was criticized by the Eastern Bloc for serving the capitalist order, the West Bloc, as the winner after the end of the cold war, sought to use the process as a tool for its own interests. The uncertainties experienced after the cold war began to be replaced by a multi-polarity based on mutual dependency and a political limitation that created a “value revolution” between human societies. Considering that this process, which is intertwined with the facts and ideologies that shape the modern world, does not occur independently from every society, it has positive and negative effects on the Islamic world. In our study, we discussed the historical development of globalization, the events and factors affecting it, the advantages and disadvantages of the process to the Islamic World.

Keywords: Globalization, CulturalInteraction, West, Islamic World.

 

Giriş

Küreselleşme, ülke ekonomilerinin, siyasi konjonktürlerin ve sosyo-kültürel yapıların birbirine bağlı ve bağımlı hale gelmesini kapsayan bir süreçtir. 16 yüzyıldan başlayan küreselleşme serüveni 19 yüzyıla gelindiğinde eski imparatorlukları yıkmışken, kısa zaman içerisinde eski sistemi kendisinin bir parçası haline getirmiştir. Soğuk savaş dönemi komünist sistem, kapitalizmi sömürgeci zihniyeti gerekçesiyle onun en büyük karşıtı konumuna geçse de, bu savaşın ardından Batı Bloğu, kazanan taraf ve küreselleşmenin savunucusu olarak dünya düzenini tekeline almaya aday olmuştur. Ancak 2000’li yılların ardından uluslararası ilişkilerdeki karşılıklı bağımlılık küreselleşmeyle daha hızlanmıştır.[1] Uluslararası arenada Batı dışı aktörlerin da oluşmaya başlamasıyla dünya sistemi çok kutuplu bir yapıya doğru evirilmiş durumdadır.

Küreselleşme, uluslararası ilişkilerde belki de 21. yüzyılı önceki dönemlerden ayıran en önemli özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Giderek küçülmeye başlayan ve kaynaşmakta olan dünyamızda küreselleşme sürecinden etkilenmemek imkânsızlaşmaktadır. Karşılıklı bağımlılığı tetikleyen bu sürecin ortak bir toplumsal etkileşimden bağımsız meydana gelmediği de ortadadır. Bu karşılıklı etkileşimin bariz sonuçlarına şahit olurken bu sürecin geleceğimizi yakından etkileyeceğine dikkat edersek, ilk sırada araştırılması gereken bir konu olduğunu fark edebiliyoruz. Küreselleşme, sosyal bilimlerin neredeyse her alanıyla ilgili olduğu ve insan hayatını her açıdan ilgilendiren karmaşık bir yapıya sahip olmasıyla beraber, zengin ve geniş bir literatür içerdiği için aynı anda sınırlandırılması zor olan bir konudur.[2] Küreselleşmenin tanımını kısaca, “ekonomik, politik ve sosyo-kültürel yönleriyle tüm dünyayı etkisi altına alan, tüm toplumları karşılıklı etkileşime sokan bir süreç” olarak özetleyebiliriz. Küreselleşme kavramı günümüzde dünyanın tüm dillerinde kullanılmakta olsa da, kökeni 1960’lardaki Fransız ve Amerikan yazılarına dayanmaktadır. Ancak başta Liberaller ve Marksistler olmakla beraber ideolojilerin konuya ilişkin bakışları her kesçe mutabık kalınan bir perspektifte değildir.[3] Liberal ve Kapitalist paradigmaya göre “Globalization” olarak tanımlanırken, Sol-Sosyalist akıma göre “İnternationalizm” olarak algılanmakta, İslam açısından ise “Ümmet” çerçevesine ele alınmaya çalışılmaktadır.[4]

Küreselleşme, medeniyetleri, devletleri hatta bireyleri bir entegrasyon sürecine doğru itmektedir. Günümüz dünyasında gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arası kontrolsüz bir değişim söz konusudur. Dalga dalga meydana gelen bu süreçte her toplum bu karşılıklı etkileşimden kendi nasibini almışken, sürecin İslam Dünyasına olan etkileri ele alınmadan geçilemez.[5] Bireylerden aileler, ailelerden devletler meydana gelmekteyken toplumlar medeniyetlerin inşa etmektedir. Her medeniyet kendi içinde o topluma özgün kök salmış ahlaki değerleri barındırmaktadır. Bu medeniyetlerin kendi varlıklarını sürdürebilmesinde toplum üyelerinin önemsediği değerler sisteminin varlığı şarttır. Aslında her medeniyetin esası inanç sistemi ve ahlaki değerler sistemidir. [6]  Çağımızda sınır tanımama Çin, Amerika, Avrupa ve İslam başta olmak üzere tüm medeniyetler için geçerli olmaktadır. Hiç bir müdafaa stratejisi “Kapalı Medeniyet’in yapısını koruyamamaktadır.[7] İslam, bir seviyede birliği, başka bir seviyede çok medeniyetli bir kesreti savunarak her medeniyetin özgünlüğünü savunmaktadır. Aynı zamanda “Açık Medeniyet” yaklaşımını benimseyerek her toplumla kaynaşmaya açık bir tavır sergilemektedir.  Endülüs ve Hindistan başta olmak üzere bu yaklaşımını yüzyıllar devamında ispatlamış durumdadır.[8] İnsan toplulukların geçmiş tarihine baktığımızda Müslümanların çok medeniyetli toplum tecrübesi ve bu durumda meydana gelecek olan ideolojik, sosyo-kültürel ve siyasi olaylarla önceden aşina olmuştur.[9] Günümüz ifadesiyle küresel ve ortak bir düzenin sağlanmasını, toplumsal barışın kurulmasının taraftarı olmuştur.

Küreselleşme hakkında yoğun bir literatür oluşmasına rağmen onu savunanlar ve kötüleyenler arasında fikir ayrılıkları mevcuttur. Tartışma onun tanımıyla başlamışken süreci eleştirenler ve savunanlar günümüze kadar devam etmiştir. Olumlu tanımlayanlar bunu bir doğal bir süreç olarak değerlendirmişken, olumsuz görüş sahipleri ise sürecin uluslararası politika yapıcılar tarafından geliştirilen bir proje olduğunu belirtilmişlerdir.

Küreselleşme, insan hakları ve adalet, fikir, ifade ve inanç özgürlüğü, eğitim ve sağlık, sosyo- kültürel ve teknolojik gelişmeler konusunda olumlu etkiler bırakmışken, birçok yönde menfi etkileri olmuştur.[10]İnsan toplulukları arasında sarsıcı bir etkileşimi meydana getiren, devletlerarası sınırların ortaya çıkardığı iletişim araçlarının limitlerini zorlayarak bir “değer devrimi” yaratan ve bu değişim süreci bünyesinde birçok avantaj ve dezavantajları barındırmaktadır.[11]

Yapılacak her bir bilimsel çalışma bulunan sorunlara bir ışık tuttuğu için değer kazanmalıdır. Çağımız dünya sisteminin başında gelen problemi uluslararası ilişkilerin anarşık bir yapıya sahip olması ve barışçıl, ortak bir düzenin sağlanması iken, böyle bir dünya düzeninin kurulması her toplum medeniyetinin varlık hakkını tanımaktan geçmektedir.[12] İnsanlık ortak bir dünyaya sahipken her medeniyet başkasına düşmanlık beslemek yerine sağlıklı bir etkileşim kurması gerekmektedir. Çalışmamızda bir problematik olarak ele aldığımız husus: “Küreselleşme doğal bir süreç olarak mı ortaya çıkmış, yoksa planlanan bir proje midir? Yada nötr bir niteliğe sahip normal bir tarihsel gelişme midir?”-sorusuna odaklanmak olmuştur. Uluslararası ilişkilerde meydana gelen değişimin neredeyse tamamının soğuk savaşın sona ermesiyle alakalı iken, konumuzun dönem sınırlamasını buna göre ayarlamaya çalıştık. Çalışmamızda, küreselleşmenin tarihsel gelişimini, buna etki eden olayları ve unsurları göz önünde bulundurarak sürecin İslam Dünyasına olan olumlu olumsuz etkilerini ele aldık. Konumuzla alakalı kısa ve öz bilgilere yer verilmesine, genel bir özet şeklinde değerlendirilmesine özen gösterdik. Küreselleşme sürecine hazırlıklı olma hususunda bazı analizler ve önerilerde bulunmaya çalıştık.

  1. Küreselleşmenin Tarihsel Gelişimi

Literatürde bir alışılmamış görüş olarak küreselleşmenin eskiden beri var olduğu öne sürülmektedir. İ:Ö. 1960 yılları Eski Asur devletinde ticaret sistemi ve 13. y.y Cengiz Han Çin ve Yakın Doğu arası ticaret esas alınmaktadır. Genel görüşe göre ise 19.yüzyıldan başlayıp geliştiği bilinmektedir.[13] 16.yüzyıldan itibaren ortaya çıkmaya başlayan kapitalizm, dünya sisteminde ve uluslararası ticarette bir devrimi beraberinde getirmiştir. Sanayi devrimi olarak bilinen bu süreç küreselleşmeye en çok zemin hazırlayan faktör olmuştu.  Coğrafik keşiflerin ardında üretimde bir patlama yaşanması, demir ve deniz ticaretinin kolay taşımacılığı küreselleşme sürecini tetikleyen diğer önemli olaylar arasındaydı. 19 yüzyıla girildiğinde küreselleşme, sanayileşmiş Batı devletlerinin kaçınılmaz bir yasası olarak eski devletleri yıkımını sağlamış ve kapitalist sistemin elini güçlendirmeye başlamıştır.[14]

Afyon Savaşları küresel dünyayı şekillendiren en büyük olaylarda bir diğeri olarak bilinmektedir. Çin 19.yüzyıla kadar geleneksel ve dışa kapalı bir devlet idi. Bati etkisine direnmeye çalışsa da nüfus artışı ve mülkiyet yapı sorunları köylülerin ayaklanması için yeterli olmuştu. Dolayısıyla Hindistan Afyon’unun Çine girmesi uzun sürmemişti. Önlemler alınmaya çalışılsa da, basit bir hukuki anlaşmazlık sonucu İngilizler 1839’da savaşı başlatmayı başarmışlardı. 1842’de barış anlaşması ardında Çin limanlarını dış ticarete açmak zorunda kalmıştı.[15]

Küreselleşmenin bariz başlangıç noktasının başka biri 1870’lı yılların sonlarına dayanmaktadır. Coğrafik keşifler, Amerika ve Hindistan’a açılan deniz yollarlı küresellime sürecine etki eden temel faktörler olmuştu. 1970’li yılların ardından hayatın birçok alanını kapsayan yeni bir sürece girilmesi küreselleşmenin gelişmesini, medeniyetler arası ilişkilerin daha yoğunlaşmasını sağlamıştı. Aslında her ekonomik büyümeyle gelişen ve patlak veren krizlerle yavaşlayan küreselleşmenin günümüze kadar birkaç dalga ile geldiğini görmekteyiz.

1.1  Birinci Dalga  (19 yüzyıldan II. Dünya Savaşına Kadar)

Pax-Mongolica ve Amerika keşfi sonrası Merkantelist politikalara dayalı sömürü düzeninden başlayıp 19 y.y sonlarına kadarki süreç küreselleşmenin erken dönemi sayılmaktadır. Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa devletleri tarafından yarı sömürgesi haline gelmesi,[16] ABD iç savaşının ticaret yanlısı Kuzey lehine sonlanması, Avrupa’da sanayileşmenin tamamlanması, Kapitalist devletler dışı sayılan Çin ve Japonya gibi devletlerin sisteme entegre olması, Liberalizmin benimsenmesi ve Avrupa Uyumunun oluştuğu 1860’lardan I. Dünya Savaşı’na kadarki süreç küreselleşmeyi en çok tetikleyen diğer gelişmeler olarak bilinmektedir.[17] II. Dünya Savaşı’na kadar yaşanan krizler ve 1920’lere kadar Liberalizm sona ermesi sonucunda bu dalga kendi gücünü kaybetmişti.

1.2  İkinci Dalga (1980’lere Kadar)

  1. Dünya Savaşı sonrası ABD, Batı ekonomisini kurtarma görevini üstlenmişti. Bunun için SSCB’ye karşı Liberalizm güçlendirildi. Marshal Planı adı altıda Batı Bloguna diğer ülkelerin yakınlaştırılması için 17 milyar dolar harcandı.[18]ABD’nin Bağımsızlık Hareketler taraftarı olma çabaları, SSCB ve Çin’e karşı küreselleşmeye destek vermek için yapılmış, sonuç itibarıyla uluslararası örgütlerin güçlendirilmesi sağlanmıştı.

IMF, (Uluslararası Para Fonu) 1944’te Bretton Woods konferansında dünya ekonomisini düzenini sağlamak amaçlı kurulmuştur.[19] 189 ülkeyi kapsayan bir uluslararası para fonu olup merkezi ABD’dedir. Zor durumda kalan ülkelere finansal destek sağlamayı amaçlayan kurumdur.  Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Ocak 1995’ten beri faaliyet gösteren kurum kabul görülmüş uluslar arası ticaretin kurallarını belirleme, diş ticaretle ilgili diplomatik anlaşmalar platformunu oluşturma, uluslararası ticaretin yasalarını düzenleme sağlayan tüzel kişiliğe sahip uluslar arası bir kuruluştur.[20]Dünya Bankası (DB) Bretton Woods konferansında kurulmuş olan, 1944-46 Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası olarak faaliyet gösteren kurum zamanla bu ismi almıştır. Yaklaşık 190 kadar devletin üye olduğu büyük kalkınma bankasıdır.[21] Bahsi geçen bu üç ana kurum küreselleşmeyi yöneten kurumlar olarak bilinmekteyken IMF başat konumdadır.[22]İlginç olan ise bu finans kurumların sahiplerinin parmakla sayılı Yahudi aileleri olmasıdır. Dolayısıyla dünya servetinin neredeyse yarısının bu para baronlarına ait olmasıdır. [23] 1944’te yapılan Bretton Woods Konferansı dolayı devam eden reformlar 2. dalganın en belirgin gelişmesi sayılmaktadır. Aynı zamanda İMF, (DB) ve GATT’ın koordineli sermaye kontrolünü üstenmesi, korumacı ve kamu düzenleyici politikalar sergilemesi sürecin gelişmesini hızlandıran etkenlerdi. Koordineli sermaye kontrolü, korumacı ve kamu düzenleyici politikalar izlenmeye başlaması bu dalgayı tetikleyen diğer faktörler olarak bilinmektedir.[24]

İşçi hareketleri genişlemesi, ücret ve üretim maliyetinde baskılar, tüketimde doyum noktaya ulaşılması, Vietnam savaşı sonucu ABD’yi zorlayan ekonomik yük, dolar merkezli para sistemindeki tartışmalar, 1973’te Petrol Krizi, Mukayeseli Üstünlük Teorisi’nin yeniden canlandırılması, Sosyalist Blok ve Bağlantısızların küresel piyasaya entegre olma çabaları[25] ve gelişmekte olan ülkelerdeki büyüme yeni bir dalganı meydana geleceği haberini vermekteydi.

  • Üçüncü Dalga: (1989’den günümüze)

ABD’de ve Birleşik Krallıkta işçi sendikaları üzerine baskılar, kredi almak isteyen ülkelere İMF ve DB aracılığıyla yapılan baskılar süreci başka bir boyuta taşımıştı. Dolayısıyla devletler milli sanayilerini özelleştirmek, gümrük tarifelerini azaltmak ve fiyatları serbest bırakmak (iç talebi kısıtlamak demektir bu) zorunda kalmışlardı. 1980’lerden itibaren teknolojini gelişmesi sonucu üretimin kolaylaşması serbest ticaret rejimini hızlandırmıştı. Ancak finansal serbestlik ve denetimsiz piyasa sonucu 1990’ların sonuna doğru krizlerin patlamasına yol açacaktı.[26]   Bu zaman zarfında 2008 krizi meydana gelmişti. ABD başta olmak üzere Batı devletlerinin dünya ekonomisinin kahir ekserine sahip olması nedeniyle krizden ucuz kurtulma çaresi bulunmuştu. Ancak bu krizin ardından Batı eski gücünü kaybedecek, yerini Çin ve Rusya başta olmak üzere BRICS ve MIST ülkeleri büyümeye başlayacaktı.

Soğuk savaşın sona ermesi aslında sürece etki eden en büyük olay niteliğindedir. 1989’ta Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Doğu Blok’un çöküşüyle yeni bir sürece girilmişti. Tüm uluslararası ilişkilerin kökünden değişmesini zorlayan bir dönem başlamıştı. II Dünya savaşı ardından oluşan iki kutuplu sistem küreselleşmeye bir nevi engel niteliğinde olmuştur. Soğuk savaşın sona ermesi aslında sürece etki eden en büyük olay niteliğindedir. Bloklaşmanın ortadan kalkmasıyla uluslararası iletişimi ve etkileşimi hızlanmıştır. Liberal yaklaşım ve buna ek olarak karşılıklı bağımlılık ilişkileri güçlenmeye başlamıştır.

Doğu Blok’unun çöküşüyle birlikte ekonomik bölgeselciliğe doğru bir kayış sağlanmıştır. NAFTA, EFTA, ASEAN VE MERCOSUR başta olmak üzere önemli bölgesel platformlar kurulmaya başlamıştır.[27]NAFTA’nın kurulmasıyla ABD, Meksika ve Kanada arasında 1994’te serbest ticaret bölgesi anlaşması yapılmıştır. Milliyetçi çevreler Amerikalıların işsiz kalacağı, ABD egemenliğinin azalacağı, ücretlerin düşeceği ve sendikaların zararlı çıkacağı gerekçeciyle eleştirilse de Lobiler tarafından (Kongreye 2 mln. Doların dağıtılması sonucu) anlaşma onaylanmıştır.[28]

Globalizmin etkisi altında ülkeler arası sorunlar giderek artmışken, sorunların tek taraflı çözülemeyeceği anlayışı ağır gelmeye başlamıştır. Devletler karşılaştıkları sorunları çözmeleri için diğer devletlerle işbirliği yapma eğilimine girmek istemişlerdir. Çift kutuplu sistemin yerini çok kutuplu bir sistem almaya başlamıştır. Aslında iki kutuplu bir düzenin sona erip tek kutuplu bir sisteme girilince sorunların sona ereceği beklenmişken süreç çatışmaların artması yönünde gelişmiştir. Küreselleşmenin liderleri konumundaki Batı ülkeleri insan hakları ve demokrasi başta olmak üzere tek kutuplu bir sistemin kurulmasının taraftarları olmuşken işler istendiği gibi gitmemiştir. Avrupa ülkeleri tek bir çatı altında toplanmış tek bir para birimine sahip bir birlik haline gelmişken, uluslararası ilişkilerdeki anlaşmalar da dolara endekslenmiştir. Karşılıksız basılmaya başlayan dolar uluslar arası ilişkilerin istikrarsızlığı tetiklemek için yeterli olmuştur.

Rusya’nın tekrar kendini toparlaması özellikle Çin’in ekonomik büyümesi, Brezilya ve Hindistan gibi ülkelerin hızlı gelişmeye başlaması sonucu çok kutuplu bir sistem oluşmaya başlamıştır. Gelinen süreçte çok kutupluluk bir tarafta karşılıklı bağımlılık ve işbirliğine zorlamaktayken diğer taraftan kapitalist sisteme entegre olmadıkları gerekçesiyle diğer unsurlar ayrıştırılmaya çalışılmaktadır. Batı gözüyle bakıldığında küresel ve modern kapitalist sisteme uyumlu yönetişimler meşru, uyuşmayanları ise bir tehdit olarak görülmektedir. Daha ilginç olan ise evrensel barışı temsil eden İslam’ın küresel çatışmadan sorumlu gösterilmesi ve bir “İslamofobi” anlayışının ortaya çıkmasıdır.

  1. Küreselleşmenin Esas Unsurları.

Küreselleşmenin bir süreç olarak kısaca tarihsel sürecine değindikten sonra esas unsurlarının neler olduğunu da belirtmemiz yerinde olacaktır.  Bu sürecin bugünü ve geleceği hakkında bilgi edinmemiz açısından önem arz etmektedir. Böylece küresel entegrasyonun nasıl yoğunlaştığını saptamak adına bize fayda sağlayacaktır.

2.1 Ülkeler arası Mal ve Hizmet Ticareti.

Arz ve talebin artması ve maddi ihtiyaçların giderilmesi gerekmekteyken sermaye ve malların ülkeler arası dolaşımı küreselleşmenin esas unsuru olarak bilinmektedir.[29]

2.2 İletişim ve Ulaşım Teknolojiler.

Taşımacılığın gelişmesi, uzun mesafeyi yakınlaştıran işlerin koordinasyonu özellikle teknoloji ve haberleşmenin gelişmesi sürece etki eden temel unsurlar arasında yer almaktadır. Üstelik bu iletişim araçlarının düşük maliyette üretilmeye başlaması ve internet ağları başta olmak üzere herkesçe kullanıma geçmesi sürecin hızlanmasını kaçınılmaz kılmaktadır.[30]Küreselleşmenin başta gelen araçlarından biri olarak “Sosyal Medya”, toplumsal ve kültürel sınırları tamamen ortadan kaldırmış durumdadır. İçinde bulunduğumuz iletişim çağında Facebook, Twitter ve Whatsapp gibi uygulamalar bu araçların sadece bir kaçıdır. [31]

2.3 Siyasi İstikrar.

Küreselleşmenin ideal bir yapıda gerçeklenmesi için gereken başka bir unsur siyasi bir istikrarın sağlanması lazım.  Şirketler ve uluslar arası kurumlar tarafından üretilen malların her türlü risklere karşı korunması için siyasi istikrar sağlanılması gerekir.[32]

2.4 Fikirler, İdelojiler, Politikalar ve Pratiklerin Yayılması.

Küreselleşmenin oluşumu sağlayan faktörler sadece ekonomik kaynaklı faaliyetlerden oluşmamaktadır. Yayılan ve toplumlar tarafından benimsenen ideolojiler, fikirler ve politikaların da burada yeterince etkili olduğu bilinmektedir. [33]

2.5 Yabancı Yatırımlar.

Ülkelerin birbirlerine yakınlaşması sonucu aradaki sınırların ortadan kalkması, küresel ekonomide malların ve hizmetlerin üretimi ve satılması günümüz şartlarında devletlerin tek başına başaramayacağı bir husustur.[34] Böylece sermayenin dolaşımı ise çok uluslu şirketler tarafından gerçekleşmesi kaçınılmaz olmaktadır.

2.6 Uluslararası Kuruluşlar.

Ulus devletlerin sınırlarıyla bölünmüş yapısı aslında uluslararası ilişkileri organize eden kurumların oluşmasını gerektirmiştir. Ülkeler arasındaki gerginliklerin giderilmesi ve ilişkilerin kolay yollarla geliştirilmesi için uluslararası kuruluşlara ihtiyaç duyulmuştur. Çünkü devletler karşılaştıkları sorunları çözmeleri için diğer devletlerle işbirliği yapma eğilimine girmek zorunda kalmaktadırlar. Dolayısıyla Uluslararası Kuruluşlar (UK) ise küreselleşmeyi hızlandıran en etkin faktör olmuştur.

Uluslararası kuruluşların dünya siyasetindeki işlevselliği aslında barış ve güvenliği sağlamak amaçlı olması planlanmıştır. İlk olarak kurulan Milletler Cemiyeti ve ardından yerini alan BM’nin temel amacı dünya barışını sağlamaktı.[35]Uluslar arası kuruluşların başka ve en aktif olarak işlem sağladığı ise kalkınma amaçlı çalışmalar sağlamasıdır. Devletlerin yetki alanlarını gittikçe sınırlayan bu kuruluşların ekonomik bütçesi günümüzde yüzlerce devletinkinden fazladır.  Sadece “Apple” şirketinin bütçesi 711 milyar dolara denk gelmektedir.[36] İlginç olan dünya servetinin %40’ten fazlasına sahip bu kuruluşlara parmak kadar sayılacak aile sahiplenmesidir. Uluslararası Kuruluşların (UK) güçlenmesi ulus devletlerin dış politikalarına müdahale edebilmesini de sağlamaktadır. Uluslararası sistem hala devlet merkezli yürütülmeye devam etse de ülkelerin birbirine bağımlılığı ve UK’lerin etkinliği giderek artmıştır. Sonuç itibariyle devletlerin politikalarına yön verebilecek kadar güçlü hale geldiği bilinmektedir.

  1. Küreselleşmenin İslam Dünyasına Olumsuz Etkileri

Soğuk savaş sonrası iki kutuplu sistem tek kutuplu bir yapıya evirilmiş, ABD’nin başını çektiği Batı merkezli yeni bir uluslararası düzen oluşmaya başlamıştır.[37] Batı dışı ülkelerde küreselleşme hakkındaki anlayış, Batılı ülkelerde görüldüğü gibi olumlu yönde diyemeyiz. Sosyalist sisteme sahip ülkeleri tarafından bu süreç en çok eleştirilen bir olgu olarak algılanmıştır.

Atlantikçilik, modern emperyalistlerin etkili aracı olarak ticaretin serbestleşmesi adı altında sömürgeciliğin yeni bir versiyonu olduğu belirtilmiş, piyasa medeniyetinin genişleme politikalarına karşı bir Avrasyacı strateji yürütülmesi gerektiği vurgulanmıştır.[38] Günümüzde Rusya ve Çin[39] olmak üzere yükselen güçler tarafından da iyi karşılandığı söylenemez. Rusya’nın tekrar güçlenmesi, Çin’in ekonomik büyümesi, Asya ülkelerinde önemli büyümelerin meydana gelmesi dünyamızı çok kutuplu bir sisteme doğru zorlamaktadır.

Modern tarihte medeniyetler arası münasebetlerin tarihi seyrine bakıldığında 20. yüzyılın başlarında tek bir Batı medeniyet hâkimiyeti kalacağı, İslam medeniyeti dâhil diğerlerinin asimile olacağı iddia edilmekteydi.[40] Ancak yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde İslam medeniyetindeki görünen devinim, Çin ve Hint medeniyetlerinde gözlenen canlanma bu tezi çürütmüştü. Soğuk savaşın sona ermesiyle beraber “Medeniyetler Çatışması “ tezi ortaya atılarak bu sefer İslam sorumlu tutulmaya kalkışılmıştı.[41]  Burada Batı kaynaklı bu her iki tezin doğru bir yaklaşım olmadığını belirtmek isteriz. Günümüzde oluşmuş olan literatüre en çok Batılı araştırmacılar tarafından kaynak sağlandığına şahit olsak ta en çok yanıltıcı tespitlerde bulunduklarını da görmekteyiz.

Burada belirtilmesi gereken husus ticaretin serbestleşmesi gibi çıkarları gereği küreselleşme savunucusu ve yeri geldiğinde buna engel olmalarıdır. İlginç olan küreselleşmenin yeri geldiğinde kendi çıkarları gereği Batı tarafından hoş karşılanmamasıdır. Batılı ülkeler kendilerini gelişmiş ülkeler olarak görmekte 3. dünya ülkeleri sisteme entegre olmaktan uzak kaldıklarıyla suçlamaktadır. Kendilerine yakınlaşan ülkeleri ve medeniyetler dost, kendi ayağında durabilecek potansiyel oluşumları bir tehdit olarak görmektedir.

Yaptıkları askeri müdahaleleri boşluğu kapatılması adına yapılan girişim ve bir gerekçesi olarak nitelendirmektedir. Yeri geldiğinde gelişmekte olan ülkeleri arada bir tampon bölge olarak kullanmaya çalışmaktadır.[42]Göç sorunu gibi istemedikleri problemlerin engellenmesi adına vize kısıtlaması uygulanmaktadır. İslam’ın yayılmasını engellemek adına  “İslamafobi” projesi ve milliyetçilik adı altında ırkçılık unsurları desteklenmektedir.

Güvenlik önlemi adı altında İslam medeniyeti medya ve iletişim araçları tarafından bir tehdit olarak gösterilmektedir. Hayat standartlarını yüksek olduğu yerlere doğal olarak göç akını yaşanacakken batılı ülkeler tarafından en büyük bir sorun olarak algılanmakta buna karşın her türlü önlemler alınmaktadır. Kapitalist sisteme sahip Batı ülkeleri, bu süreçten olabildiğince yararlanmışken, bu düzen içinde yoğrulmuş olan bu ülkeler için küreselleşme en etkin kullanım aracı olarak kullanılmıştır. 2000’li yılların ardından ABD giderek daha büyük alanlara nüfuz etmişken küreselleşmenin aslında baştan beri Batı kaynaklı bir proje olduğu açıkça dile getirilmiştir.[43] Küreselleşmenin İslam âlemine olumsuz etki eden yönlerinden biri geri kalmışlığı bahane edilerek moderniteye uyumsuz olduğu öne sürülmesidir. Geri kalınmanın aslında Batı kaynaklı sömürge ülkelerden kaynaklandığı görmezden gelinmektedir.[44] Küresel süreçte Batı kültürü ve değerleri bir nevi dayatılmaktayken İslam Dünyası tarafından buna bir tepki verilmesi öngörülmektedir. Kendi varlığını ve değerlerini koruma potansiyeline sahip bir yapı olarak hoş karşılanmamaktadır.

Küresel Batı kültürü daha çok medya ve iletişim teknolojileri aracılığıyla yayılmaktayken kendini modernleşme sürecinin ortak paydaşı olarak görmektedir. Bu bağlamda kendi geleneklerini sürdürmeye çabalayan başta İslam Dünyası olmak üzere diğer kültürleri birer karşıt kültür olarak nitelendirilmektedir. Batının İslam’a karşı bu tavrına tepki oluşabilir ve enerjisini başta İslam olmakla beraber diğer kültürlerden alan modern bir toplum meydana gelme olasılığı vardır.[45]

Açık medeniyetin savunucu olan İslam, medeniyetlerin varlıklarını kabul etmekteyken, “Kapalı medeniyet” diyebileceğimiz ve kendilerini dünya tek bir üstünlük tanımakta, diğer medeniyetleri yok saymaya devam etmiştir. Aslında Batı’nın çok medeniyetlilik hakkında fazla bir birikimi yoktur. Yunan, Roma ve Ortaçağ Hıristiyanlığı dönemlerinde çok kültürlü bir toplum düşüncesi üretememiştir. Çoğunlukla homojen bir yapı arzulanmış ve dışlayıcı bir yaklaşım benimsemiştir.[46]

Burada İslam’ın çatışmayı besleyen bir kaynak olarak gösterilmesiyle aslında insanlık adına yanlış bir anlaşılmaya yol açıldığını belirtmek isteriz. Çünkü insan tarafından meydana gelen her türlü zulme ve haksızlığa karşı koyan en etkili faktörün dini değerlerden dolayı dizginlenebileceği ve şiddet-terörden kurtulmanın İslamsız mümkün olmadığı bir gerçektir.[47]Müslümanlar İslami bir din olarak kişiye özgü, siyaset dışı bir inanç olarak anlamaktadırlar. İslam’a karşı bir dışlayıcı yaklaşımın aslında Müslüman topluluklar arasında çatışmayı tetikleyen bir faktör olmaktadır. Küreselleşmenin Ortadoğu ve İslami Ülkelere olan etkisine bakıldığında, zengin yer altı kaynaklarına sahip bu ülkeler, hegamon güçlerin güç gösterileri yapıldığı bir arenaya dönüşmüş durumda olduğu günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Dünya petrol rezervini neredeyse yarısı bu coğrafilerdeyken petrol kendileri için bir «nimet» olmaktan çıkıp bir «lanet» unsuru yerini almaktadır.[48]

Küreselleşmenin hızlı gelişmesi karşısında gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arası kontrolsüz bir değişim söz konusu iken, etken ve edilgen güçler meydana gelmektedir. Pasif durumda kalan tarafların kültürel değerlerinin aşınacağı tehlikesini beraberinde getirmektedir.[49]Küreselleşmenin İslam üzerinde en olumsuz etki yaratan yönünden biri, geçmişteki otantikliğini kaybettirmesi ve dini değerlerin azalması açısındandır.[50] Küresel sürecin bir sonucu olarak tüketim kültürünün gündelik hayatı birçok alanda sarmaladığı gibi giderek artan bir sekilerleşmeyi beraberinde getirebileceğidir.[51]İslam coğrafyasını ciddi kültürel yozlaşmaya karşı Müslümanlar kendi medeniyetlerini nasıl koruyacağı konusunda çaresiz kaldığı, dolayısıyla İslam dünyasına da maddi-manevi zararı, yararından fazla olduğu söylenmemekte değil.[52] Küreselleşmenin en etkin yönü ekonomiye bağlıdır ve bu alanda yaşanan istikrarsızlıklardan en çok zarar görenler de az gelişmiş ülkeler ve dolayısıyla İslam âlemi olmaktadır. Dolar üstünde oynanan oyunlar akıl almaz derecede şaşırtıcı küresel dünyaya hükmetmektedir. İlginç olan ise her zamanki gibi kat katına para baronlarının zenginleşmesidir.

Sanayi devrimiyle başlayan teknolojinin günümüzdeki son aşaması “Yapay Zekâ” teknik bilimlerin konusu olmayı aşmış sosyal bilimlerle desteklenmesi gerekeceği vurgusu yapılmaya başlamıştır. Orta Doğu ve İslami Ülkeleri az gelişmiş ülkeleri olarak teknolojiye ayak uyduramazken, gelişmiş ülkeler Yapay Zekâ çalışmalarıyla birbiriyle yarışmaktadır. Çin ve ABD gibi güçlü ülkeler arasında ilerleme sağlanarak teknoloji destekli yeni bir sömürge veya diktatörlük düzeni ortaya çıkabileceği muhtemeldir.[53]İnternet ve iletişim araçlarının yaygın kullanımı yüzünden bilgi kirliği yaşanabilir, doğru bir dini bilgi sağlanmayabilir. İslami kimliğin melezlemesi sonucu bölünmeler meydana gelebilir. Bunun dışında İslamcı partiler iktidara geldiği takdirde iktidar olanaklarından yararlanmaya başlayınca rahatlama ve gevşeme süreci yaşanabilir.

Pozitif bilimin günümüzdeki sorunlarından biri materyalist bir yaklaşımın ortaya çıkması iken, insanlık manevi değerlerlerden yoksunlaşmış insan bir pragmatist varlık olarak tanıtılmıştır. Dolayısıyla Batı ülkelerince dile getirilen insani değerler pratikten daha çok teoride kalmış durumda ve günümüzde ekonomik olarak en zengin olarak bilinen toplumların zihniyeti işte bu anlayışın ürünleridir. Küresel güce sahip yapılar bu süreçte etkin bir pozisyona sahip iken, kendilerince anladıkları insani değerler İslami değerlerle uyuşmamaktadır. Batı dünyasınca dış politikalarda öne sürülen insan hakları ve demokrasi başta Müslüman topluluklar olmak üzerinde doğu dünyasında ikna edici özelliğini koruyamamaktadır.

Günümüzde gelinen noktada küreselleşmenin bir gerekçesi olarak Batılı güçler tarafından yeni ve ortak bir din oluşturulmaya çalışılmakta olduğu dikkat çekicidir. “New Age” adında çıkmış olan bu dine günümüzde İnsan doğasını ve gündelik hayatını cezbede bilecek her şeyi kendi içinde barındıran bu akım dünyanın her yerinde giderek ilgi görmeye başlamış durumdadır. Hıristiyanlığa yeni bir format atılarak yapılmaya çalışılan, içinde Budizm’in ritüellerini de barındıran en ilginç olarak İslami değerlerden de çalıntı olarak hazırlanan bu din aslında eskiden var olan Paganizm’in ürünüdür. 1980’lerde ortaya çıkan bu akım aslında tüm semavi dinleri ortadan kaldırmak amacını taşımaktadır.[54] Öte yandan İslami ülkelerde küresel gelişmelerin olumlu olumsuz yönlerini kapsamlı bir şekilde analizi yapan, kaçınılmaz olarak meydana gelebilecek tehditlere gerekli önlemlerin yapılmasını değerlendiren yetişmiş kadrolar yetersizliğini korumaktadır.[55]Burada küreselleşmenin sadece Batılı güçlerin elini güçlendiren (kötü imajlı) bir araç olmaktan ziyade her güç potansiyeline sahip bölgesel aktörler tarafından kullanılabilir yapıda olmasını da belirmek isteriz.

Küreselleşmenin İslam Dünyasına en etkin olumsuz yanı inanç sistemini zedelemesidir. Ateist, Darvinist, Satanist düşünceler İslam inancına kökünden yabancı akımlardır. Küreselleşme toplumsal yapıyı bir düzen içinde tutan aile yapımına da olumsuz tesir göstermektedir. Müslüman topluluklarına özgü değerleri alt-üst eden bu süreç, aile fertleri arasında kopukluğun, saygısızlığın, terbiyesizliğin artmasına yol açmaktadır. Ahlaki değerlerin çökmesine, hak be hukukun zedelenmesine neden olmaktadır.[56] Sonuç itibarıyla küreselleşme “en güçlü olan kazanır” mantığına dayalı bir yapıya hizmet etmekte ve dünya düzeni hala kapitalist sistemle çalışmaktadır. Ancak buradan bu sürecin tamamen kapitalist sistemin bir aracı olduğu anlamı çıkarılmamalıdır. Sürecin kendi başına bir etken olmaktan ziyade nötr bir yapıya sahip olduğu ve sürecin iyiye doğru sürüklenebileceği de gözden kaçırılmamalıdır. Günümüz dünyasında en çok ihtiyaç duyulan evrensel bir barış için de küresel enstrümanlardan yarar sağlayabileceği unutulmamalıdır.

  1. Küreselleşmenin İslam Dünyasına Olumlu Etkileri ve Avantajları

Küreselleşmenin pek çok yönde olumsuz yönleri olmuş ise de, insan hakları ve adalet, fikir, ifade ve inanç özgürlüğü, eğitim ve sağlık, sosyo- kültürel ve teknolojik gelişmeler konusunda İslam Dünyasına olumlu etkiler bırakmıştır. İslam, evrensel bir insanlığı muhatap alırken, aslında küreselleşmeye karşı gelmemektedir. Hele hele Endonezya gibi en kalabalık nüfusa sahip ülkelerin Müslüman tüccarlar sayesinde İslam Dünyasına katıldığını dikkate alırsak küreselleşmeye taraf olduğunu söyleyebiliriz.

Küreselleşmenin etkisi altında sosyal demokrat partiler güçlenmişken Batılı ülkeler başta olmak üzere devlet yönetimlerinde solcuların eli zayıflamıştır. Neoliberaller olarak bilinen ve solu zayıflatan paradigma sömürge ve eşitsizliğe karşı mücadele eden taraf olmuşken İslami değerlerin savunucusu durumuna düşmüştür. Tam bu noktada sağlık, eğitim ve sosyal yardımlaşma başta olmak üzere toplumsal refah sağlanmıştır. Böylelikle İslam Dünyasında da toplumsal taban genişlemiş, STK’lar çoğalmış dolayısıyla küreselleşmenin siyasal popülaritesi artmıştır.[57]

Karşılıklı ekonomik ilişkilere dayalı gelişen küreselleşme 1970’lı yılların ardından İslam ülkeleri arasında işbirliği teşvik eden Kalkınma Bankaları, İslam Ekonomi Fonu, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü gibi kuruluşların oluşmasına katkıda bulunmuştur.[58]Soğuk savaşın sona ermesiyle İslam’a karşı açıkça ateizmi destekleyen bir rejim sona ermişken, küreselleşme Marksizm kaynaklı İslam’a karşıtlığını yıkmıştır. Orta Asya başta olmak üzere İslam Dünyasının doğusunu kendi inanç özgürlüklerine kavuşmalarını sağlamıştır.

Küreselleşme otoriter ulus devletlerin elini zayıflatmışken, İslam Dünyasına bazı olumlu gelişmeleri de beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla Müslüman ülkelerdeki anti demokrat ve tek tip yönetimler zayıflamıştır. Arap Baharı örneğinde meydana gelen yönetim değişiklerinde demokratik yollara başvuran İslami partiler çoğalmıştır.[59]

Küreselleşmeyi ret edip karşı çıkmak ve akıntıya karşı kürek çekmek mantıklı bir yaklaşım değildir. Sürece müdahil olup avantaj ve dezavantajları değerlendirildiği takdirde, zararları ve olumsuzlukları giderilmesi için bilinçli hareket edilirse Müslümanlar lehine fırsatlar elde edilebilir.[60]

İslam Dünyası aslında küreselleşmenin etkileri, sonuçları itibarıyla bu sürecin farkındadır. 2016 yılı İslam İşbirliği Teşkilatı tarafından Amerika kıtasında “Washington Beyannamesi” olarak deklare edilen Müslümanları temsil eden konseyin, Müslüman Alimler Birliği ve Daru’lTakrib gibi organizasyonların kurulması olumlu gelişmeler arasındadır.[61]  Fakat çok hızlı gelişen bu sürece ayak uyduramadığından yeterli sayılmamaktadır. Sosyal bir gerçek olarak İslam, Doğu ve Batı arasında oluşan karşıtların üstesinden gelebilecek kapasiteye de sahiptir. Evrensel bir özelliğe sahip olmakla beraber her türlü etkileşime kapalı değildir. İslam, ulus ötesi ve dinle ötesi hatta kültürler ötesi yapıya sahip ve tüm insanlığı kucaklayıcı yönüyle öne çıkmaktadır.

Küresel dünyamızın başta gelen sorun sistemin bir anarşik yapıya sahip olması ve kurulan ilişkilerin maddi çıkarlar kaynaklı olmasıdır. Küresel güce sahip ülkeler hala realist yaklaşımı benimsemekteyken idealistlerin ve liberalistlerin eleştirileri hala yetersizliğini korumakta bu soruna çare bulunmamaktadır.[62] Küreselleşme sürecinin karşılıklı bağımlılık adına sadece maddi değerlere dayalı görülüp, insani değerlerin sözde kalması sistemin çözüm sürecine engel olmaktadır. Burada küreselleşme uluslararası arenada kaçınılmaz olarak ortaya çıkarken, bu süreç bir avantaj olarak kullanılabilir. İnsan hakları, ifade ve inanç özgürlüğü, adalet ve eşitlilik başta olmak üzere insani değerlerin öne çıkarılmasıyla anarşik düzen yerine barışçıl bir düzen sağlanılabilir. İslam medeniyetinin aslında barışçıl yapıya sahip olduğu anlaşılınca bu etkileşim sürecinde etkili olacaktır. Süreci doğru okuyabilmek adına hareket edildiğinde gerçek evrensel barışı koruyan bir düzen kurulması hiçte zor görülmemektedir.

Günümüzde Hıristiyan teolojisi öteki ile beraber olma konusunda ciddi çabalar sarf etmektedir. BM, AB’nin kurulması evrenselcilik ve Batı’yı “Açık Medeniyet”e dönüştürme konusunda atılan ciddi adımlardır. Ancak bu kurumların kurucuları karşın çok güçlü bir muhalefetin olduğu da bilinmektedir.[63] Bu tartışma Batı’yı ikiye bölmüş durumdadır. Ancak açık medeniyeti savunanlarında anladıkları da sadece Batıyla ilgili kalmaktadır. Modernizm ve Batılılaşma projesi de aslında diğer medeniyetleri yok etme amacını taşımaktadır. Tüm dünyaya hakim olması gereken medeniyet te kendilerinde anladıkları bu medeniyet anlayışıdır. [64]

Küresel güçlerin hala savunmakta olduğu “Medeniyetler Çatışması” tezini bir taraftan küreselleşmeye ters bir yaklaşım olduğunun altını çizmek isteriz. Ortak insanlık ürünü olan medeniyetlerin tarihte çatışmacı bir unsur olmadığını, insanlığa alternatif sunan bir zenginlik kaynağı olduğunu belirtmek isteriz. İnsanlık adına önemli olanın tüm toplumları kucaklayan içselleştirici bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini, küreselleşmenin getirdiği meydan okumalara karşı ortak bir cevap bulunabileceğini dolayısıyla yaşanmakta olan bunalımların aşılabileceğini belirtmek isteriz.[65] Burada barışı temsil eden İslam’ın bir birleştirici yönü olduğunu ve bunun evrensel bir yasayla pekişmesini savunduğunu dikkate aldığımızda küreselleşmenin avantajlı yönlerinin var olduğuna dikkat çekmek isteriz. Dolayısıyla çatışma faktörü olarak değerlendirilmenin ne kadar yanlış bir üslup olduğunu belirtmek isteriz.    Ancak İslam Dünyası kitlesinin bu süreci, küresel değişimin anlam ve önemini iyi okuyamadığını görüyoruz. Burada Müslümanlar kaçınılmaz olarak meydana gelebilecek süreçlere hazırlıklı olamadığı ve çok hızlı gelişen bu karmaşık süreci yeterince kavrayamadığı kanaatindeyiz.

  1. Küreselleşmenin Yarını

Küreselleşmenin yarını kendi meşrutiyetini sorgulatmaya başlatmıştır. Buna sebep UK ve bunları önerdiği ekonomi politikaları, ulus-devletlerin UK’lere karşı çaresizliği olmuştur.  Neticede hem ülkeler politikası hem de küresel yönetişim kurumlarında değişimler meydana gelmeye başlamıştır. Sorgulanan yeni küreselleşmede «Bırakınız yapsınlar» anlayışın neden olduğu 2008 krizi, ulus ötesi terörizm, milliyetçi partilerin öne çıkmaları küresel yönetişim kurumlarında değişimlere yol açmıştır.[66]

Günümüze gelinen süreçte uluslararası ilişkilerde yüzyıl boyunca önemli değişimlere sürükleyecek olan parametrelerin meydana geleceği bir evreyi işaret etmektedir. Yakın geleceğimizde birçok ulus devletlerin ve beraberinde milletlerin teknolojik devrimlere ve küresel ekonomi rekabetlerine katlanamayıp kendi varlıklarını yitirebilirler.[67]ABD ve gelişmiş Avrupa ülkeleri tarafından IMF ve DB hala kontrol edilse de Kota Reformları gelişmekte olan ülkelerde de artış göstermektedir. Rusya, Çin ve Hindistan gibi ekonomik büyüme sağlayan ülkeler, BRICS gibi işbirlikçi örgütler giderek IMF ve DB’daki reformlarda etkili olmaktayken gelecekte Batı dışı kuruluşların daha aktif hale geleceği öngörülmektedir.

Sonuç

İnsanlığın geleceğini yakından ilgilendiren bir süreç olarak küreselleşme her toplumun gündemini oluşturan bir fenomendir. Günümüz şartlarında gelişmelerin çok hızlandığı, medeniyetleri ve ülkeleri hatta bireyleri bir etkileşim sürecine sokan bu süreç hepimizin dikkatimizi çekmektedir. Çünkü bu süreçte her şey bir yere harmanlanırken hiç kimse olup bitenlerde kayıtsız kalamayacaktır. O halde bu sürecin gelişim seyri, dinamikleri ve muhtemel sonuçları hakkında Müslümanların da kafa yormaları, olumlu yönlerini değerlendirmeleri, olumsuz yönlerine hazırlıklı olmaları gerekecektir. Batı karşısında Doğu’nun özellikle İslam dünyasının pasif durumda kaldığı bilinmektedir. Küreselleşmenin sadece Batılı güçlerin elini güçlendiren (kötü imajlı) bir araç olmaktan ziyade her güç potansiyeline sahip bölgesel aktörler tarafından kullanılabilir yapıda olmasının da altını çizmek isteriz.

Küreselleşmenin yakın tarihine bakıldığında IMF, DB ve DTÖ gibi uluslararası kuruluşlar aracılığıyla yaygınlaştığı, en çok Kapitalist Batılı ülkeler çıkarlarına kullanıldığı bilinmektedir. Gücü elde bulunduran bu küresel lider ülkeler, büyümenin ekonomiye dayalı olduğu tezinde küreselleşmeyi kendi lehinde bir araç olarak kullanmışlardır. Burada anlaşılması gereken husus küreselleşmeyle aslında güçlü küresel şirketlerin birçok ülkelerden daha karlı çıkmalarıdır ve Küreselcilerin (borç verenler) ve Ulusalcılar (borçlananlar)’ın aralarının açılmasıdır. Dolayısıyla büyük şirketlerin ulus devlet politikalarına müdahil olabilmektedirler. Zengin ve güçlü olanın daha çok kazanacağı mantığı ileri sürülmekte dolayısıyla batılı ülkeler tarafından ticaretin serbestleşmesi bir nevi dayatılmaktadır. Böylece karlı çıkan tarafın kendileri olması amaçlanmakta tabiri caiz ise sömürgeciliğin yeni versiyonu uygulanmaya çalışılmaktadır. Batılı ülkelerin yeri geldiğinde küreselleşmeyi savunmuş ve işine gelmeyince eleştirmişken süreçten olabildiğince yararlanmasıdır. İlginç olan ise Müslüman toplulukları tarafından ise sürece ilişkin eleştiri dışına çıkılmamasıdır. Hatırlatmak istediğimiz husus ise, küreselleşme sürecinin doğal olarak meydana geldiğini, olumlu bir gelişme olarak kabul etmekten veya bir proje olarak algılayarak sürece olumsuz bakmaktan ziyade küreselleşmenin nötr bir yapıya sahip olduğu da unutulmaması gerektiğidir. Sürece Kapitalist sistemin bir aracı olarak bakmaktan ziyade İslam Dünyası için de bir avantajlı yönleri olduğu varsayımını savunmaktayız.

Günümüzde küresel dünya sistemi anarşik bir yapıya sahipken ve küresel bir barış düzeni sağlanamamışken İslam Dünyasında var olan potansiyelin yanlış kullanıldığına vurgu yapmak isteriz. Burada İslam dinini doğru anlaşılması ve doğru anlatılmasına özen gösterilmesi gerekmektedir. Barışı temsil eden dinin korku unsuru olarak lanse edilerek Batı dünyasına yanlış anlatılmaya çalışılmaktayken insanlık adına bunun ne yararı olabilir ki? Müslüman topluluklara doğallığı bozulacak şekilde aşırılığa vurgu yapılmasının yanlış olduğu kadar diğer topluluklar tarafından çatışma unsuru olarak algılanmanın da aynı şekilde yanlış olduğunu belirtmek isteriz. Güçlü uluslararası kuruluşlar toplumsal değerler temelli ayakta durduğunu dikkate aldığımızda Müslüman toplulukların en önemli değeri sayılan İslami değerlerin devre dışı bırakılmasına müsaade edilmemesi gerekmektedir. İslam dininin tarihte kendini ispatladığı gibi her türlü baskıya karşı kendini her zaman koruyabilen ve her zaman kulundan geri doğan bir potansiyele sahip olduğudur. İslam medeniyetinin insani değerlerle fazlasıyla önem verdiği dikkate alındığına ideal küresel yönetişime sahip olduğu unutulmamalıdır.

Küreselleşmenin kaçınılmaz olarak ortaya çıkacağını düşündüğümüzde akıntıya karşı kürek çekmenin hiçbir faydasının olmadığı mantığıyla hareket edilmelidir. Aslında buna karşın karşılıklı bağımlılığı tetikleyen ve giderek hızlanan bu küresel etkileşimde toplumsal barışı sağlayan entegrasyon sürece gereken hazırlıklar yapılmalıdır. İslam âleminde görülen sorunların başında bilinçsizliğin geldiğini dikkate aldığımızda buna karşı yapılması gerekenlerin başında da bilime ve bilinçlenmeye önem verilmesi yatmaktadır. Gelinen süreçten başkalarını sorumlu tutmak yerine hem İslami hem sosyal bilimlerde uzman kadroların yetişmesi sağlanarak karşılaşılan toplumsal problemler çözümler üretilmelidir. Gelinen noktayı iyi bir şekilde değerlendirerek toplumsal duyarlılığın sağlanmasına, küresel sürecin avantaj ve dezavantajlarına karşı farkındalığın oluşturulmasına önem verilmelidir.

Bilim, ticaret, siyaset ve medeniyet konularının küresel olarak değerlendirilmesi ve harekete geçilmesi için bölgeselden küresele ilerleyen bir siyasi ve kültürel çekirdeğin oluşması zaruridir. Nasıl ki küreselleşmenin çekirdeğini ABD temsil ediyor ise ulusalcılığın öncü aktörü de Rusya’dır. Her iki değeri İslam ülkeleri açısından faydaya dönüştürecek bir temel aktörün var olması gerekmektedir. Burada Avrupa ve Asya kıtasını birbirine bağlayan köprü, Ortadoğu’dan Orta Asya’ya yayılan coğrafyadaki jeostratejik önemi ve medeniyetler ittifakı temsilcisi niteliğinde olan Türkiye’nin rolü çok önemlidir. Türkiye’nin son dönemdeki varlığı, küresel insani değerler sahip çıkması ve bölgesel ve tarihi değerleri savunması umut vermektedir. Bu manada eğer bir İslam Dünyası’nın varlığı ve birliğinden bahsedecek olursak, İslam Ülkeleri olarak adlandırılan ülkeleri ve Müslüman halkları bir araya getirecek ekonomik, siyasi, kültürel değerlerin temsili niteliğinde merkezi bir çekirdeğin varlığı zaruret olarak ortaya çıkmaktadır.

Türkiye, tarihinden kaynaklanan medeniyet birikimi, sosyal yapı ve siyasi duruşu sebebiyle bu çekirdeği oluşturabilecek tek aktördür. Balkanlardan Orta Doğu’ya bölgesinde etkin bir güç olan Türkiye, Azerbaycan ve Türk Cumhuriyetleri ile gelişen ilişkiler ile işte bu tarihi, medeni ve siyasi rolü oynamaya zorlanmaktadır.

 

Kaynakça

Aybakan, Bilal, Küreselleşme Sürecinde İslâmî Değerler, DergiPark, Sayı 3, Kış 2006, s. 398-412. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/

Ahmadov, Subhan, Kültürel Küreselleşme Aracı Olarak Sosyal Medyanın Tüketim Toplumuna Etkisi, Anadolu Akademi Sosyal Bilimler Degisi, Cilt 1, Sayı 1, Ocak 2019, s. 27-39.

Arnold J. Toynbee, A Study of History, (Oxford University Press:N.Y.,1965), vol.1, s.54.

Aybakan,  Bilal, Küreselleşme Sürecinde İslâmî Değerler, DergiPark, Sayı 3, Kış 2006, s. 398. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/827102

Berkkan, Kursad, New Age Akımı ve Küresel Düzen, İstiklal Gazetesi, 09,09,2017. https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/new-age-akimi-ve-kuresel-duzen/330938

Biçer, Ramazan, Kürselleşme: İslam Teolojisi Bağlamında Bir Yaklaşım, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 18, 2008, s. 50.

Boratav K. Türkiye İktisadi Tarihi: 1908-2009, İmge Kitabevi, Ankara2014.

Ç. Erhan, Ortaya Çıkışı ve Uygulanmasıyla Marshall Planı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 1996,  s. 275-287.

David Held ve AnthonuMcGrew, David Goldblatt ve JonathanPerraton, TheGlobalizationDebate, TheBerkleyPublısh/ PenguinGroup, New York 2004, s. 547-552..

Davutoğlu,  Ahmet, Küreselleşme ve Medeniyetler Arası Etkileşim Bağlamında Ortak Değerler, Anayasa Yargısı 24 (2007), 2. Gün, Birinci Oturum, Dergi Park, s, 407-20. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/939287

Demir, İmran, Devletlerarası Ekonomik İlişkileri Düzenleyen Uluslararası Örgütlerin Politik Ekonomisi: Devletler, Çıkar Grupları Ve Örgüt Bürokrasisi Kıskacında Küresel Yönetişim, Marmara Üniversitesi Öneri Degisi, Cilt 15, Sayı 53. Ocak 2020, s 1-35.

Demir, Yasın Küreselleşmeye Karşı Müslümanlar ve İslami Tutum, E-gazete Doğru Haber, 26 Şubat 2016, https://dogruhaber.com.tr/yazar/yasin-demir/5531-dunyayi-cehenneme-cevirmek-cennete-goturmez/

Dugin, Aleksandr, Rus Jeopolitiği, Avrasyacı Yaklaşım, Terc. Vügarİmanov, Küre Yayınları, 10. Baskı, İstanbul 2014.

Erşahin, Seyfettin ve Sarıçam, İbrahm, İslam Medeniyeti Tarihi, TDV yay., 11. Baskı, Ankara 2018, s. 77.

https://www.posta.com.tr/applein-degeri-turkiyenin-butcesini-geride-birakti-267895, erişim, 22.03.2021.

Işıl Arpacı, İslamcılığın Küreselleşme İle İmtihanı, İnönü Üniversitesi İİB, Dergi Park, Ekim 2018, s.161-174.

Milliyethttps://www.milliyet.com.tr/uzmanpara/dunya-bankasi-nedir-world-bankin-amaclari-ve-gorevleri-nelerdir-6385942

Özaslan  RüveydaKızılboğa ve Akbulut Ayberk, Uluslararası Politik ekonomi, Edit, Arzu Al, Savaş Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2020, s. 73-111.

Öztürk, Haydar, Küreselleşme ve İslam, İslamı Yeniden Düşünmeliyiz, İktibas Çizgisi, 2019. http://www.iktibascizgisi.com/kuresellesme-ve-islam/

Rüma, İnan, Uluslar arası Örgütler, Küresel Siyasete Giriş, Edit. Evren Balta, 3. Baskı, İstanbul 2018.

Şentürk,  Recep, Açık Medeniyet Çok Medeniyetli Toplum ve Dünyaya Doğru, 4. Baskı, İz Yay. İstanbul 2017, s. 11

T:C Kültür ve Türizm Bakanlığı, Telif Hakları Genel Müdürlüğü, Dünya Ticaret Örgütü. https://www.telifhaklari.gov.tr/Dunya-Ticaret-Orgutu-WTO erişim: 21.02.2021

Taner, Emre, Bulunduğumuz Dönem, Gelecekte Birçok Ulus-devlet Ve Milletin Hızlı Bir şekilde Tarih Maratonunu Kaybetmeye Başladığı Süreç, TASAM, Kasım 2017,https://tasam.org/trTR/Icerik/710/mit_mustesari_emre_taner_bulundugumuz_donem_gelecekte_bircok_ulus-, erişim: 25.02.2021.

Thomas P. M. Barnett, ThePentagon’s New Map, TheBerkleyPublısh/ PenguinGroup, New York 2004,s. 539-544.

Üşünmez, Özgür ve Çakır , Yunus ve Balcı, Batuhan, Kapsadığı Alanlar Açısından Uluslararası Politik ekonomi, Edit, Arzu Al, Savaş Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2020, s. 118-139.

Yalçınkaya, Alaeddin, Yapay Zekâ ve Sosyal Bilimler, XI. Uluslar arası Uludağ Uluslar arası İlişkiler Kongresi, Edit. Tayyar Arı,Ekim 2019 Bursa, s. 18-30.

Dipnotlar

[1] Rüveyda Kızılboğa Özaslan ve Ayberk Akbulut, Uluslararası Politik ekonomi, Edit, Arzu Al, Savaş Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2020, s. 73.

[2] Ramazan Biçer, Kürselleşme: İslam Teolojisi Bağlamında Bir Yaklaşım, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dregisi, Sayı: 18, 2008, s. 50.

[3] David Held ve AnthonuMcGrew, David Goldblatt ve JonathanPerraton, TheGlobalizationDebate, TheBerkleyPublısh/ PenguinGroup, New York 2004, s. 547-552..

[4] Yasın Demir, Küreselleşmeye Karşı Müslümanlar ve İslami Tutum, E-gazete Doğru Haber, 26 Şubat 2016, https://dogruhaber.com.tr/yazar/yasin-demir/5531-dunyayi-cehenneme-cevirmek-cennete-goturmez/

[5] Ahmet Davutoğlu, Küreselleşme ve Medeniyetler Arası Etkileşim Bağlamında Ortak Değerler, Anayasa Yargısı 24 (2007), 2. Gün, Birinci Oturum, Dergi Park, s, 408. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/939287

[6] Seyfettin Erşahin ve İbrahm Sarıçam, İslam Medeniyeti Tarihi, TDV yay., 11. Baskı, Ankara 2018, s. 77.

[7] Recep Şentürk, Açık Medeniyet Çok Medeniyetli Toplum ve Dünyaya Doğru, 4. Baskı, İz Yay. İstanbul 2017, s. 11-15.

[8] Şentürk, 22.

[9] Şentürk, s. 17.

[10] Özgür Üşünmez ve Yunus Çakır ve Batuhan Balcı, Uluslararası Politik ekonomi, Edit, Arzu Al, Savaş Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2020, s. 118-119.

[11] Emre Taner, Bulunduğumuz Dönem, Gelecekte Birçok Ulus-devlet Ve Milletin Hızlı Bir şekilde Tarih Maratonunu Kaybetmeye Başladığı Süreç, TASAM, Kasım 2017,https://tasam.org/tr-TR/Icerik/710/mit_mustesari_emre_taner_bulundugumuz_donem_gelecekte_bircok_ulus-, erişim: 25.02.2021.

[12] Şentürk, s. 20.

[13] Rüveyda Kızılboğa Özaslan ve Ayberk Akbulut, Uluslararası Politik ekonomi, Edit, Arzu Al, Savaş Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2020, s. 73

[14] Özaslan ve Akbulut, a.g.e., s. 96.

[15] Özaslan ve Akbulut, a.g.e., s. 100.

[16]Boratav K. Türkiye İktisadi Tarihi: 1908-2009, İmge Kitabevi, Ankara2014, s. 19-20.

[17]Özaslan ve Akbulut, a.g.e., s. 73.

[18] Ç. Erhan, Ortaya Çıkışı ve Uygulanmasıyla Marshall Planı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 1996,  s. 275-287.

[19] İnan Rüma, Uluslar arası Örgütler, Küresel Siyasete Giriş, Edit. Evren Balta, 3. Baskı, İstanbul 2018, s.393.

[20] T:C Kültür ve Türizm Bakanlığı, Telif Hakları Genel Müdürlüğü, Dünya Ticaret Örgütü. https://www.telifhaklari.gov.tr/Dunya-Ticaret-Orgutu-WTO erişim: 21.02.2021.

[21] Milliyethttps://www.milliyet.com.tr/uzmanpara/dunya-bankasi-nedir-world-bankin-amaclari-ve-gorevleri-nelerdir-6385942

[22] Özaslan ve Akbulut, a.g.e., s. 101.

[23] Kaan Sarıaydın, Para Sistemi Çöküyor!, Hamza YardımcıoğluYouTube Kanalı, https://www.youtube.com/watch?v=R6XsXbEnlVE, erişim: 28.02.2021

[24] Özaslan ve Akbulut, a.g.e., s. 80.

[25] Özaslan ve Akbulut, a.g.e., s. 81.

[26] Özaslan ve Akbulut, a.g.e., s. 83.

[27] İmran Demir, Devletlerarası Ekonomik İlişkileri Düzenleyen Uluslararası Örgütlerin Politik Ekonomisi: Devletler, Çıkar Grupları Ve Örgüt Bürokrasisi Kıskacında Küresel Yönetişim, Marmara Üniversitesi Öneri Dergisi, Cilt 15, Sayı 53. Ocak 2020, s. 24.

[28] Özaslan ve Akbulut, a.g.e., s. 100.

[29] Özaslan ve Akbulut, a.g.e., s. 77.

[30] Özaslan ve Akbulut, a.g.e., s. 77

[31]SubhanAhmadov, Kültürel Küreselleşme Aracı Olarak Sosyal Medyanın Tüketim Toplumuna Etkisi, Anadolu Akademi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, Ocak 2019, s. 27-30.

[32] Özaslan ve Akbulut, a.g.e., s. 77

[33] Rüveyda Kızılboğa Özaslan ve Ayberk Akbulut, Uluslararası Politik ekonomi, Edit, Arzu Al, Savaş Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2020, s. 77.

[34] Özaslan ve Akbulut, a.g.e., s. 77.

[35] İnan Rüma, Uluslar arası Örgütler, Küresel Siyasete Giriş, Edit. Evren Balta, 3. Baskı, İstanbul 2018, s.388.

[36] Bkz. https://www.posta.com.tr/applein-degeri-turkiyenin-butcesini-geride-birakti-267895, erişim, 22.02.2021.

[37] Bilal Aybakan, Küreselleşme Sürecinde İslâmî Değerler, DergiPark, Sayı 3, Kış 2006, s. 398. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/827102

[38]AleksandrDugin, Rus Jeopolitiği, Avrasyacı Yaklaşım, Terc. Vügarİmanov, Küre Yayınları, 10. Baskı, İstanbul 2014, s. 51.

[39] Burada Çin’in giderek ekonomi devi hline gelmesi ve yayılmacı “Bir kuşak Bir Yol” gibi stratejilere sahip olması düşünülmektedir.

[40] Detaylı bkz. Arnold J. Toynbee, A Study of History, (Oxford University Press:N.Y.,1965), vol.1, s.54.

[41] Davutoğlu, a.g.e. s. 407.

[42] Thomas P. M. Barnett, ThePentagon’s New Map, TheBerkleyPublısh/ PenguinGroup, New York 2004,s. 539-544.

[43] Özgür Üşünmez ve Yunus Çakır ve Batuhan Balcı, Uluslararası Politik ekonomi, Edit, Arzu Al, Savaş Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2020, s. 118.

[44]Aybakan, a.g.e., s. 399.

[45] Biçer, a.g.e., s. 57.

[46] Şentürk. S. 18.

[47] Haydar Öztürk, Küreselleşme ve İslam, İslamı Yeniden Düşünmeliyiz, İktibas Çizgisi, 2019. http://www.iktibascizgisi.com/kuresellesme-ve-islam/

[48] Özgür Üşünmez ve Yunus Çakır ve Batuhan Balcı, Uluslararası Politik ekonomi, Edit, Arzu Al, Savaş Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2020, s. 119.

[49]Biçer , a.g.e. s. 56.

[50]Aybakan, a.g.e., s. 406.

[51] Öztürk, a.g.e.

[52] Özgür Üşünmez ve Yunus Çakır ve Batuhan Balcı, Uluslararası Politik ekonomi, Edit, Arzu Al, Savaş Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2020, s. 119.

[53] Alaeddin Yalçınkaya, Yapay Zekâ ve Sosyal Bilimler, XI. Uluslar arası Uludağ Uluslar arası İlişkiler Kongresi, Edit. Tayyar Arı,Ekim 2019 Bursa, s. 18.

[54] Kursad Berkkan, New Age Akımı ve Küresel Düzen, İstiklal Gazetesi, 09,09,2017. https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/new-age-akimi-ve-kuresel-duzen/330938

[55]Aybakan, a.g.e., s. 398.

[56] Aybakan, a.g.e., s. 411.

[57] Arpacı, a.g.e., s. 167.

[58] Işıl Arpacı, İslamcılığın Küreselleşme İle İmtihanı, İnönü Üniversitesi İİB, Dergi Park, Ekim 2018, s.165.

[59] Arpacı, a.g.e., s. 166.

[60] Öztürk, a.g.e.

[61] Yasın Demir, Küreslleşmeye Karşı Müslümanlar ve İslami Tutum, Doğru Haber e-gazete, 26 Şubat 2016. https://dogruhaber.com.tr/yazar/yasin-demir/5531-dunyayi-cehenneme-cevirmek-cennete-goturmez/

[62] İmran Demir, Devletlerarası Ekonomik İlişkileri Düzenleyen Uluslararası Örgütlerin Politik Ekonomisi: Devletler, Çıkar Grupları Ve Örgüt Bürokrasisi Kıskacında Küresel Yönetişim, Marmara Üniversitesi Öneri Dergisi, Cilt 15, Sayı 53. Ocak 2020, s. 10

[63] Şentürk, s. 38.

[64] Şentürk, s. 269-270.

[65] Davutoğlu, a.g.e., s. 408.

[66]Özaslan ve Akbulut, a.g.e., s. 84.

[67] Emre Taner, Bulunduğumuz Dönem, Gelecekte Birçok Ulus-devlet Ve Milletin Hızlı Bir şekilde Tarih Maratonunu Kaybetmeye Başladığı Süreç, TASAM, Kasım 2017,https://tasam.org/tr-TR/Icerik/710/mit_mustesari_emre_taner_bulundugumuz_donem_gelecekte_bircok_ulus-, erişim: 25.02.2021.

Alakalı